• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/PolatderesiKulturYardimlasmaDernegi/
  • www.twitter.com

Suşehri Tarihi

Suşehri İlçesi eski bir yerleşim merkezidir. İlçe tarihinin Bakır Çağına kadar indiği rivayet edilmektedir. Ova kesiminde ,Kayadelen köyü civarında (Kılıçkaya Baraj gölü altında kalmıştır) Bakır Çağı özelliklerini gösteren eşyalara rastlanmıştır. Akşar, Eskişar, Kale köyleri ve Çataloluk beldesinde Roma, Bizans ve Selçuklu dönemlerinden kalma kale kalıntıları mevcuttur.

Büyükgüzel ve Küçükgüzel köylerinin (eski yerleşim yerleri) Roma devrinde önemli merkezler olduğu, rastlanılan tarihi kalıntılardan anlaşılmaktadır. Küçükgüzel köyünde bulunan, mermer aslan başı Sivas Müzesinde sergilenmektedir. Ayrıca aynı köyde bulunan önemli bir yapıya ait olduğu sanılan bazı kalıntılar, Hükümet Konağı bahçesinde muhafaza edilmektedir.

Şu anda Suşehri'ne bağlı bir köy olan Akşar'ın (Akşar-Abat) bilhassa Ortaçağda önemli bir merkez olduğu , Suşehri ve civarının idari açıdan buraya bağlı olduğu , Suşehri Ovasının "Akşar Ovası" olarak anıldığı tarihi kaynaklardan anlaşılmaktadır.


Suşehri ve çevresinde meydana gelen tarihi olaylardan başlıcaları şunlardır:


Kösedağ Savaşı (3 TEMMUZ 1243)
Suşehri Ovası ve Kösedağ, 1243 yılında Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasına neden olan Kösedağ Savaşına sahne olmuştur.

 3 Temmuz 1243 (14 Muharrem 641) Cuma günü, Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhusrev' (1223-1246) in ordusu ile, Baycu Noyan'ın komutasındaki Moğol ordusunun Kösedağ'daki savaşı sonunda, Selçuklu ordusunun bozguna uğraması yüzünden Anadolu kapıları Moğollara açılmış, ülkede feryad ve zillet dönemi başlamış, Kösedağ, genç, ihtiyar, herkesin gönlüne bir dağ olarak yerleşmişti.

Moğolların Sivas yakınlarına 1232 yılında, Curmağun komutasında yapmış oldukları akın, Alaattin Keykubat'a şehirlerin etrafındaki surları onartmış, Sivas kalesini de tamir ettirtmişse de, Moğol tehlikesini uzaklaştıramamıştı. I.Alâattin Keykubat 1237 yılında yediği bir av etinden zehirlenerek ölünce, sağlığında küçük oğlu İzzettin Kılıç Arslan'ı veliaht tayin etmiş ve beylerine bu hususta and içirmişse de, tahta Gıyaseddin Keyhusrev geçirilmiş, bu anda sadık kalan emirlerin çekingen davranmaları yüzünden, Sadettin Köpek bu işte etkili olmuştu. Mücadeleci, muhteris bir bey olan Sadettin iktidarı tamamen eline almış, aklen kifayetsiz, ahlâken düşük, iradesiz ve zayıf bir şahsiyet olan Sultan Gıyaseddin Keyhusrev, ülke yönetimini Sadettin Köpek'e bırakmak zorunda kalmıştı.1238 yılında Sadettin Köpek sarayda alınan bir tertip ile öldürülmüş, ölümü, devleti dirayetli bir şahsiyetten mahrum bırakmış olsa bile, Moğol tehlikesini önleyemeyeceği de düşünülmelidir. 1240 yılındaki geniş ölçüdeki Türkmen ayaklanmalarının sebeplerinden olarak, Selçuklu hükümdarlarının kavimdaşlarına önem vermemesi ve gerek kendilerinin gerek devlet adamlarının büyük bir kısmının israf içinde yaşamalarıdır. Böyle bir ortamda, Moğol kumandanı Baycu, Türkiye'yi istilâya girişerek şöhret kazanmak ve askerî gücünü göstermek istiyordu. 1242 yılında Erzurum'u zapt ve tahrib eden Baycu Noyan, ertesi yıl daha büyük kuvvetlerle batıya doğru ilerledi. Ordusunun mevcudu otuz-kırk bin kişi kadardı ve bir kısmını Gürcüler ve Ermeniler teşkil ediyordu. Selçuklular tehlikenin vehametini anlayarak iyice hazırlanmışlar, mükemmel silâhlarla, Moğollarınkinden sayıca daha fazla (elli-altmış bin) bir ordu meydana getirmişlerdi. Sultan II. Gıyaseddin Keyhusrev, akıllı devlet adamlarının sözüne bakmadı ve Moğol ordusunu Sivas'ta beklemedi, Zara Suşehri arasında bulunan Kösedağın kuzey eteğinde, Kelkit çayına yakın bir düzlükte, dağa yaslanarak ordugâhını kurmuştu. Ilk öncü çarpışmasından sonra yirmi bin kişilik hassa kuvvetlerinin Moğollarca çevrilip şehit edilmesinden sonra, geri kalan kısmı, sultanın korkaklığı, aczi ve muktedir bir kumandan olmaması yüzünden, bütün ağırlıklarını bırakarak savaşmadan dağıldı. Selçuklu askerleri sultanın kaçışından habersiz olarak tepeler üzerinde gece yarısına kadar görevlerine devam etmişler, sabahleyin ordugâha gelen askerler boş çadırları görünce firar etmişler, Moğollar ise, Türklerin sahte ricat ettiklerini düşünerek iki gün ordugâha yaklaşamamışlar, daha sonra Türklerin kaçtıklarını anlamışlardı. Böylece ilk öncü çarpışmasından sonra hiç bir ciddî savaş ve mukavemet gösterilmeden 3 temmuz 1243 (14 Muharrem 641) Cuma günü muharebe bitmiş, koca Selçuklu ordusu elem verici bir mağlubiyete uğramış, herkes canını kurtarmak endişesiyle kaçmış ve ordu dağılmıştı. Bütün kaynakların belirttiklerine göre Moğollar, Selçuklu ordugâhında sayısız ganimetler elde etmişlerdi. Sultan Gıyaseddin Keyhusrev, cahil ve bayağı etrafı yerine akıllı devlet adamlarının fikrine itibar etseydi Moğolların böyle ucuz bir zafer kazanmaları mümkün olamazdı. Böyle utanç verici ve sonucu pek ızdıraplı bir mağlubiyetin eşine Türkiye tarihinde rast gelinmez. Selçuklu İmparatorluğu temelinden sarsılmış, Anadolu kapıları Moğollara açılmış, inhitat, feryat ve zillet devri başlamıştı. Bu yenilgi sonunda Moğol ordusu Sivas'ı üç gün yağmalamış, Sivas kadısının mahareti ile halka dokunulmamış, kayseri ise yağmalanmış ve halkı kılıçtan geçirilmişti.

KÖSEDAĞ VE KÖSE SÜLEYMAN ZİYARETİ
Sivas'ın 80 km. kadar doğusunda, Suşehri ovasında sıralanan dağlar içinde diğerlerinden sıyrılan Kösedağ, koynundaki efsaneleri ile bu savaşın hatıralarını taşımaktadır. 2812 m. yükseklikteki Kösedağ'ın zirvesinde Köse Süleyman Ziyareti bulunmaktadır. Yöre halkının inanışına göre şehid düşen Köse Süleyman bir Selçuklu komutanıdır. Tarihî belgelerde böyle bir isme rastlanılmamakla beraber, Danişmendliler döneminde veya ondan önce, şehit olan bir askere ait olması da muhtemeldir. Köse Süleyman Ziyareti, buraya gelen ziyaretçiler tarafından taşlarla yapılmış kabir, ve namazgâhtan müteşekkildir. Köse Süleyman'ın kabri, taşlarla yapılmış, 340-130 cm. boyutlarında, 50 cm. yüksekliktedir. Bu yığma taşlardan oluşan mezarı, bir metre uzağından yığma taşlarla yapılmış bir duvar kuşatır. Bu arada ziyaretçiler mezarın etrafını dolaşırlar, duvarın bir bölümü ziyaretçilerin mezar çevresinde dolaşmaları için açık bırakılmıştır. Kabrin 15 m. kadar uzağında, çevresi yığma taşlarla 50 cm. yükseklikte olan namazgâh yer alır. Suşehri, Zara, Koyulhisar ilçeleri, Sivas, İstanbul, Ankara, İzmir gibi illerimizden gelen ziyaretçiler, Kösedağ Savaşı'nın yıldönümüne rastlayan Temmuz ayının (r-ûmî takvimle ilk Cumartesi) milâdi takvimle üçüncü Cumartesi günü Kösedağ'a çıkarlar Hiç kimseye herhangi bir çağrı yapılmaz, yurt dışından gelen ziyaretçiler bile bulunmaktadır. Ziyaretçiler iki ayrı yaylada konaklarlar. Bunlardan biri zirveye göre doğu yönündeki Sakaröküz Yaylası, diğeri ise kuzeybatıda bulunan Çataloluk Yaylasıdır. Her iki yaylada da soğuk kaynaklar bulunur. Son yıllarda, yayla yollarının düzeltilmesiyle, motorlu vasıtalarla ulaşım imkânı doğduğundan, ziyaretçi sayısında artış olmuştur.

Ziyaretçiler, şafakla birlikte yola çıkar ve hangi yaylada konaklaya­caklarsa orada, getirdikleri kurbanları keserler. Adak olarak kesilen bu kurbanlar, bir sene veya daha önce Kösedağ ziyareti sırasında adanmış olanlardır ve her sene altmış kadar kurban burada kesilmektedir. Bu sayı yüze de çıkar. Kesilen kurbanların pişirilmesi için kazanlar hazırlanır, yaylada, tatlı bir telâg içerisinde, rengârenk giysileriyle kadın, kız ve ço­cuklar koşuştururlar. Pişirilen etli bulgur pilâvının yanı sıra, yaylanın buz gibi soğuk suyundan ayran yapılır. Öbek öbek, yer sofralarında evliyâ pilâvı iştahla yenir. Şifalı olduğuna inanılan pilavdan, oraya gelemeyen çok yaşlı ve hastalara götürülmek üzere ayrılır.

Öğle namazı cemaatle kılındıktan sonra, Kösedağ şehitlerinin ruhu için Kur'an-ı Kerim ve mevlid okunur. Türbeyi ziyaret sabahın erken saatlerinden başlar, dönüş vaktine kadar sürer. Türbe dağın tam zirvesin­de olduğundan, yemek yenilen yerden zorlu bir tırmanışla bir saate yakın zamanda çıkılabilmektedir. Bu tırmanışta, bebeği kucağında anneler, genç, yaşlı, ak sakallı ihtiyarlar ve koltuk değneği ile yürümeye çalışan sakatlar, zirveye geldiklerinde Köse Süleyman'ın türbesi etrafında üç veya yedi defa dönerek fatiha okurlar. O yıl içinde olmasını istedikleri dilek­lerini diler, adaklarını adarlar. Bazı ziyaretçiler veya hastalar, türbe duvarına yaslanarak uyumaya çalışırlar. Rüyalar, dileklerle ilgili olarak yorumlanır. Başı ağrıyanların da uyuma sonucu baş ağrılarından kur­tulduklarına inanılır. Çocuğu yaşamayan anneler, bu çocuklarını türbe çevresinde dolaştırırlar. Kabri sulayanlar, toprağını diline sürenler de görülür Dilek dileyen ve adaklarım adayan insanlar için Köse Süleyman, vatan bekçisi bir asker olduğu gibi insanımızın zor günlerinde, bir umut kapısı olan ermiş kişidir, evliyâdır. Erkek ziyaretçiler, türbenin güney­batısında bulunan namazgâhta nafile namazı kılarlar. Türbeye çıkarken ziyaretçilerin yaptığı bir iş de "asker dikmek'tir. Dağın yamaçlarında­ki uzun taşların arkasına bir başka taşı destek vererek dikilen bu taşlar asker olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca taşları üst üste örerek kule şekli de verilmektedir. "Benim yerime asker ol" denilerek bu şekilde taş dikilmesinin, düşmanlara karşı "Benim yerime de savaş" anlamına geldiği ifade edilmekte ve niçin dikildiği konusundaki soruya "Atalarımızdan böyle gördük" cevabı alınmaktadır.
Kösedağ savaşının hatıralarını taşıyan bu yörede, çobanların ok ucu, kalkan parçası örgülü zırh demirleri buldukları halk tarafından görülmüştür. Savaşın yapıldığı Gemin Beli ve Gemin Deresinde, bir yol yapımı çalışmaları sırasında bulunan demir örme iki zırh da Sivas Müzesi'nde bulunmaktadır. Savaşın hatıralarını taşıyan bir husus da Kösedağ'm zirvesinden, Aksu köyüne doğru akan suyun adının Harp Deresi olmasıdır.

Köse Süleyman'la ilgili inançlar ve onun manevî boyutu sebebiyle ,memleketin gaileleri ile Kösedağ'ın dumanlanan başı arasında ilgi kurulmuş, Birinci Dünya Savaşı'nda, Rusların Çardaklı'ya gelmeleri sırasında, zirveden top seslerinin geldiği, Kore Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekâtı dönemlerinde de, akşamları dağdan ışıkların saçıldığı, seslerin geldiği anlatılmıştır. Hattâ kutsallığına inanmayanların felâketlerle karşılaştıkları söylenerek, zirveden aşağıya düşerek parçalanan bir kimse ile keçileri kaybolan bir başkası bu vesile ile anlatılmaktadır. Çevredeki Türkmen köyleri, Köse Süleyman'a Köse Baba demekte ve aynı gün birlikte gidilerek kurbanlarını kesmekte, ziyaretlerini yapmaktadırlar.

Köse Süleyman'ın kabrinin 5 m. uzağında kadınların dua okuduğu Allı Gelin adı verilen taş ve 5-6 km. kadar uzaklıkta, iki ayrı yerde, Osman Gazi ve Hacı Ahmet Evliyaları vardır.

Mevlana'nın Suşehri'ne Gelişi
 Tarihi kaynaklar, Mevlana'nın babası ile birlikte Erzincan'dan Suşehri'ne geldiklerini, Erzincan Emiri Fahrettin Behramşah tarafından kendilerine Suşehri Akşar köyünde bir medrese yaptırıldığı, bazı kaynaklara göre Mevlana'nın bu medresede 2 ya da 4 yıl kalıp, orada ders verdiği rivayet edilmektedir.

OSMANLILAR DÖNEMİNDEKİ TARİHİ OLAYLAR
Suşehri'nin kurulduğu Kelkit Vadisi, Anadolu'nun doğuya açılan kapılarından biridir. Bu tarihi yolun Osmanlı padişahları tarafından doğu seferlerine çıkışlarında kullanıldığı bilinmektedir. Fatih Sultan Mehmet'in Otlukbeli, Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran, lV. Murad'ın Bağdat Seferi sırasında Suşehri'nden geçtikleri tarihleriyle sabittir.Osmanlı Rus harbinde ordumuzun doğuda yenilgiye uğraması, doğu illerimizin düşman işgaline uğraması üzerine, Suşehri ve çevresi adeta göç yolu haline gelmiş, bu yolu izleyen binlerce insan Anadolu içlerine göç etmiştir. Bu yıllarda 3. Ordu Karargahı Suşehri'ne taşınmıştır.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Döneminde Suşehri
Büyük Önder Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi'ne giderken 28 Haziran 1919 günü Suşehri'ne uğramış, Mehmet Ali Efendi Konağında ağırlanmıştır.  Bu misafirlik sırasında Suşehri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Şubesi Kurulmuş; başkanlığa Mehmet Ali Efendi getirilmiştir. Ayrıca Çeçenzade İsmail Hakkı Bey'in Suşehri'ni Erzurum Kongresinde delege olarak temsil etmesi kararlaştırılmıştır. İsmail Hakkı Bey Suşehri Delegesi olarak Erzurum Kongresine katılmıştır. Atatürk, Erzurum Kongresi dönüşünde İlçemize tekrar uğramıştır. Büyük Önderin ilçemizden geçtikleri bu gün (1 Eylül ) Suşehri'nin mahalli günü olarak kabul edilmiş olup her yıl törenlerle kutlanmaktadır.

Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk yaptığı Doğu Anadolu gezisi sırasında (Eylül 1924) beraberinde Latife Hanım ve kalabalık bir heyetle Suşehri'ne uğramış , Kurtuluş Savaşı anılarını tazelemek niyetiyle Mehmet Ali Efendi'nin Konağına misafir olmuştur.


Yorumlar - Yorum Yaz