• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/PolatderesiKulturYardimlasmaDernegi/
  • www.twitter.com

Sivas'ın Tarihi

Danişmentliler Dönemi Sivas

Aksarayî (Mûsameret-ül Ahbar Neşriyat Osman Turan sahife 17 ve devamı) ve ondan naklen birçok İslâm kaynaklarındaki bilgilere göre Sivas Bölgesi'nin Niksar, Tokat, Amasya, Kayseri ve Elbistan havalisi ile beraber, Emir Danişment tarafından fethedildiği belirtilmektedir. Ancak Mükrimin Halil Yınanç çağdaş Bizans yazarlarının kayıtlarına dayanarak bütün bu havalinin Selçuklu Sultanı Melikşah'ın emrindeki Kumandanlardan Emir Tutak ve Emir Artuk tarafından fethedildiğini, Emir Artuk Irak'a gittikten sonra belki onun yerine Emir Danişment'in gönderilmiş olabileceğini ve bunun sonucu olarak bu fethin ona mal edildiğini belirtir. Her ne suretle olursa olsun Emir Danişment, kısa bir zaman sonra iç Anadolu'nun kuzey doğusuna hakim olmuş ve Sivas Anadolu'daki Türk hakimiyetinin ilk safhasında Danişmentlilerin elinde kalmıştır.

Danişmentname'ye göre Bağdat Halifesinden aldığı izin üzerine Emir Danişment emrinde Tursan, Çavuldur Çaha, Karadoğan gibi Kumandanlarla Sivas'a gelip uzun zamandan beri harap bir halde bulunan şehri alrmış, sonra yanındaki kumandanlardan Kursan ile bir kısmını İstanbul'a göndermiş, bir kısım kumandanlar Karaman yöresine gitmiş, Emir Danişmet ise yanında kalan kuvvetlerle birbiri arkasına Tokat, Komenek (Eski Kaman) ve Turhal kasabalarını almıştır. Ayrıca Amasya ve Niksar'ı da alıp Kumandanlarından bir kısmını Kastamonu havalisinin, bir kısmını da Canik (Samsun) taraflarının alınmasına memur etmiştir. Daha sonra kendisi Canik Bölgesine yürümüş ve buranın kuşatılması sırasında yaralandığı halde isyan eden Niksar şehrini tekrar almak üzere geri dönüp Niksar'a gelmiş, burada Hıristiyanlarla yaptığı savaşta yenilerek yaralanmış, Niksar'a dönünce de orada ölmüş ve Niksar'a gömülmüştür.

 

Danişmendli Melik Ahmed Gazi Sivas’ı alışı 1095 (E. Yavi)

Sivas, Danişmetliler zamanında önemli gelişmeler göstermiş, çağın kültür ve ticaret merkezlerinden birisi olmuştur. Sivas merkez olmak üzere, Kayseri, Tokat, Amasya, Niksar ve Çorum havalisini içine alan bir Beylik kurulmuş ve kurucusuna izafeten Danişment Beyliği denilmiştir.

Danişment Gazi'nin ölümünden sonra Sivas Nizamettin Yağıbasan idaresine geçmiş, Emir Danişment'in halefleri ile Selçuklu hükümdarı sık sık ihtilâf halinde bulunmuşlardır.1172 yılında Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan Emir Zulnun üzerine yürüyüp başşehri olan Sivas'ı almış, daha sonra sultan, Sivas ve Tokat havalisini Zulnun'a geri vermiştir. Fakat 1174'de Nureddin'in vefatı üzerine, yardımdan mahrum kalan Zulnun II. Kılıçarslan'a karşı mukavemet edememiş ve Sivas Selçuklu Sultanı'nın eline geçmiştir. 1175'de Sivas böylece kesin olarak Selçuklu devleti hakimiyetine girmiştir.

Selçuklular Dönemi Sivas

Danişment Gazi'nin ölümünden sonra Sivas Nizamettin Yağıbasan idaresine geçmiş, Emir Danişment'in halefleri ile Selçuklu hükümdarı sık sık ihtilâf halinde bulunmuşlardır.1172 yılında Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan Emir Zulnun üzerine yürüyüp başşehri olan Sivas'ı almış, daha sonra sultan, Sivas ve Tokat havalisini Zulnun'a geri vermiştir. Fakat 1174'de Nureddin'in vefatı üzerine, yardımdan mahrum kalan Zulnun II. Kılıçarslan'a karşı mukavemet edememiş ve Sivas Selçuklu Sultanı'nın eline geçmiştir. 1175'de Sivas böylece kesin olarak Selçuklu devleti hakimiyetine girmiştir.

Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat Moğol tehlikesine karşı Sivas surlarını yeniliyor (E. Yavi/ 1221)

II. Kılıçarslan, topraklarını iki oğlu arasında paylaştırdığı sırada (11585) Sivas ve Aksaray'ı büyük oğlu Kubdeddin Melikşah'a vermiştir. Tokat emiri olan kardeşi Rükneddin Süleyman, daha sonra Melikşah'tan Sivas ve Konya'yı alarak Selçuklu Devleti'nin bütünlüğünü yeniden sağladı ve Sivas, devletin en mühim şehirlerinden biri halini aldı.

1220 yılında I. İzzeddin Keykavus tahta çıkınca amcası olan Erzurum hâkimi Mugiseddin Tuğrul Şah bunu tanımayarak İzzeddin Keykavus'u Sivas'ta kuşatmış, ancak Harran ve Ruha Meliki Aşraf bin Adil'in yardım göndermesi üzerine Tuğrul Şah çekilmek zorunda kalmıştır.

İzzeddin Keykavus 1220 yılında Sivas'ı merkez yapmış ve bu şehirde, daha önce uzun süre kalmıştır. İzzeddin Keykavus Anadolu'nun ilk Tıp Fakülteleri'nden olan Şifaiye Medresesi'ni 1217 yılında Sivas’ta açmıştır. Darüşşifa adı da verilen bu medresede; ruh, cilt ve göz hastalıkları bölümleri vardı.

İzzeddin Keykavus 1220 yılında Sivas'ta ölmüş ve vasiyeti üzerine Şifaiye Medresesi içindeki türbeye gömülmüştür. I. İzzeddin Keykavus'tan sonra tahta geçen Alaaddin Keykubat'ta Sivas'ın imarına devam etmiş bu arada şehrin kale ve surlarını tamir ederek yıkılan yerlerini yeniden yaptırmıştır (Resim 23). Bu hükümdar zamanında Sivas'ın Nüfusunun 120.000'e vardığı söylenir.

Fakat, çok geçmeden Moğollar'ın Anadolu'ya akınları ile durum değişti. 1231-1232 yıllarında Çermagon Noyin Kumandasında Sivas'a kadar uzanan Moğollar şehrin kale dışı mahallelerini yakıp yıktılar ve birçok genimet alıp götürdüler. bunları Erzurum'a kadar takip eden Emir Kemalettin Moğollar'a yetişemedi. Sivas'ın kesin olarak Moğollar tarafından alınması 1243 yılında oldu.


Kösedağı Savaşı :
Moğollar Baycu Noyin kumandasında Sivas'ın 80 km. kadar kuzeydoğusunda bulunan Zara-Suşehri arasındaki Kösedağı'nda II. Keyhusrev'in ordusunu dağıttıktan(26 Haziran 1243) sonra şehrin üzerine yürüdüler. Sivas Kadısı Kırşehirli Necmettin, başlangıçta Baycu Noyin'e başvurarak şehri yakılıp yıkılmaktan kurtardı, halkın kılıçtan geçirilmemesini sağladı, ancak; Sivas Moğol askerleri tarafından 3 gün yağma edildi. Baycu Noyin'in emri üzerine şehrin bütün kapıları kapatılarak yalnız Erzincan kapısı açık bırakıldı. Kösedağ Savaşı ile Anadolu Moğol hakimiyetine girmiş oldu.

İlhanlı nüfuzu altında Selçuklu hakimiyetinin devam ettiği XIII. yüzyılın 2. yarısında Sivas siyasi kararsızlıktan çok sıkıntı çekti. Bununla beraber, bugüne kadar gelen en değerli abidelerin bu sırada yapılmış olması ayrıca dikkati çekmektedir.

1298'de İlhanlılar'a karşı isyan eden Sülemiş önceleri muvaffak oldu, hatta Sivas'ı bir ay süre ile muhasara ederek zaptetti ise de, sonunda mağlup oldu. XIV. yüzyılın başından itibaren Anadolu, İlhanlıların gönderdikleri Valiler tarafından idare edilmeye başlandı (1303-1304). Bu valiler Selçuklu başşehri Konya'yı değil de daha merkezi durumda, temas imkanı daha kolay olan Sivas'ı merkez seçerek, müstakilmiş gibi yaşadılar. Bu sıralarda Sivas'ın çok önem kazandığı anlaşılmaktadır. Abu'l-Fida XIV. yüzyılın ilk yarısında Sivas'ı pek çok tüccarı bulunan, meşhur bir şehir olarak tasvir eder. Hamd Allah Al-Mustavfi Sivas'ın zahire, meyve ve pamuğunun bol olduğunu söyler (Sivas'ta pamuk yetiştiği ifadesi hatalı olup Cihannümaya kadar, daha başka bir takım kaynaklarca da tekrarlanmıştır.).

Heyd, (Histoire Du Commerce Du Levant 1923) XIII. yüzyılda Konya, Suriye ve Irak tacirlerinin burada toplandıklarını, XIV. yüzyılda Sivas'ın Avrupa ile bağlantı halinde olduğunu ve burada bir Ceneviz Konsolosu bulunduğunu kaydeder (Resim 24).

XIV. yüzyılın ilk yarısında Sivas'ı ziyaret etmiş bulunan İbni Batuta, Seyahatnamesi'nde Sivas'ı "Irak Melikinin Anadolu'daki şehirleri içinde en büyük olanı" diye anlatır. Şehrin inşa tarzının güzel, sokaklarının geniş, çarşılarının kalabalık olduğunu söyler. Bu sırada Sivas, İlhanlı hükümdarı Abu Said Bahadır Han'ın Naibi olarak Anadolu'nun büyük bir kısmını idare eden Emir Alaaddin Eratna hakimiyetinde bulunuyordu. Eratna daha sonra Memlük hükümdarının himayesine geçmiş ve Sivas ile Erzincan arasında Karanbük'te Timurtaş'ın oğlu küçük Şeyh Hasan'ı bozguna uğratarak (1343) Sivas'ta istiklâlini ilân etmiş, devletine merkez olarak da Sivas'ı seçmiştir. Eratna memleketini güzel idare ederek İlhanlı tahakkümünden bıkan halkı memnun etmiş, sukûneti sağlamış, adaletinden dolayı halk kendisine Köse Peygamber ismini vermiştir. Sivas, Kayseri, Niğde, Aksaray, Ankara, Develi, Karahisar, Amasya, Tokat, Merzifon, Samsun, Erzincan, Şarkkikarahisar ve Çorum'dan ibaret bir devlet kuran Eratna Bey, âlim bir hükümdan olup, Arapça konuşurdu.

1352 yılında vefat eden Eratna'nın yerine iki oğlundan biri olan Mehmet Bey geçti. Diğer oğlu Cafer Bey Mısır'a kaçtı, bir ara Mehmet Bey'e karşı veziri hoca Ali Şah isyan ettiyse de Memlûklû'ların yardımı ile bertaraf edildi, 1365'de Mehmet Bey katledilerek yerine oğlu Ali Bey getirildi. Ali Bey eğlenceye düşkün bir hükümdardır. Onun devrinde merkezin hakimiyeti gittikçe zayıfladı. Valiler kendi başlarına hareket ettiler. Bunu fırsat bilen Karamanoğlu Kayseri'yi zaptederek Ali Bey'i Sivas'a kaçırttı. Kayseri Kadısı olan Kadı Burhaneddin, Ali Bey ile beraber Sivas'a kaçtı ve ona vezir oldu. 1380'de ölen Ali Bey'in yerine oğlu II. Mehmet Bey getirildi. Pek küçük olan Mehmet Bey'i Kadı Burhaneddin tahttan indirdi ve hükümdârlığını ilân etti. Eratna ailesi yarım yüzyıl hüküm sürmüş, pek çok sikke (para) bastırmış, Sivas, Kayseri ve Tokat'ta bazı eserler yaptırmıştır.

Kadılıktan hükümdarlığa çıkan bu cesur ve âlim adamın babası Oğuzların Salur kolundandır. Ana tarafından ise Selçuklu devleti Maliye Nazırı Bedrüddin Mahmud'un kız torununun oğludur. Kadı Burhaneddin Şam ve Mısır âlimlerinden orta tahsil görmüş, memleketine dönünce de bir süre ders okutmuştur. Eratna oğlu Ali Bey'e vezirlik, Ali Bey'in küçük oğluna naiblik etmiş ve onu tahttan indirerek hükümeti eline almıştır (1380). Kadı Burhaneddin sonraları kendisine aleyhtar olan Eratna sülalesi ve Amasya Bey'i Ahmet, Tokat Bey'i Şeyh Necip, Karaman oğlu ve Erzincan hakimi ile mütemadiyen uğraşmış, Memlûk ve Osmanlılarla da çarpışmaktan geri kalmamıştır. 1389'da Sivas'ı 40 gün muhasara eden Memlûklular'ı çekilmeye mecbur ettiği gibi Çorum taraflarında Yıldırım Beyazıt'ın ordusunu da mağlup etmiştir. Kadı Burhaneddin eski müttefiki Akkoyunlu Beyi Kara Yülük Osman üzerine açtığı bir savaşta rakibini küçümsemiş ve bu küçümseme hayatına mal olmuştur (1398).

Timur tehlikesine karşı Memluklular'ın ve Osmanlıların dikkatini çeken Kadı Burhaneddin'in âni ölümü üzerine yerine Küçük oğlu Alâaddin geçirildi ise de, Timur tehlikesine karşı şehir Osmanlılar'a teslim edildi.

Kadı Burhaneddin gençliğinde askeri terbiye görmüş, spor yapmış, âlim kıyafeti yerine asker elbisesi ile gezmeyi tercih etmiş, kış geceleri ilmi tetkiklerdebulunarak kitaplar ve şiirler yazmıştır. Türkçe, Arapça, Farsça şiirleri vardı.
Türkçe olan bir divanı (British Museum) da olup fotoğraflarla alınmış bir nüshası Necip ASIM Bey'in teşebbüsü ile Ankara Milli Eğitim Bakanlığı Kütüphanesi'ne konulmuştur. Bu divanın bazı parçaları 1922 yılında İstanbul'da da basılmıştır. Timur istilasını göz önünde tutan Kadı Burhaneddin, şehir surlarının yanına derin hendekler açtırmış ve kaleleri tamir ettirmiştir.

TİMUR'UN SİVAS'I İSTİLASI
Büyük bir ordu ile Anadolu'ya giren Timur, Yıldırım Beyazıt ile karşılaşmadan önce Erzincan üzerinden, 180.000 kişi ile şehri ansızın kuşattı. Kalede 4000 kişi vardı. Yıldırım Beyazıt'ın oğlu Şehzade Emir Süleyman kuvvet getirmek amacıyla şehirden çıktı. Kuşatılan şehre dışarıdan top ve mancılık yağdırıldı, surlara lağım atılarak büyük gedikler açıldı. Şehir ancak 18 gün dayanabildi, kan dökülmemek şartı ile teslim olan müdafiler diri diri toprağa gömüldüler, şehir üç gün yağma edildi.

1402 yılında Timur'un Yıldırım Beyazıt ile olan muharebesinde Yıldırım'ın mağlup edilmesi üzerine de Sivas Timur idaresine geçmiş oldu. Bu devirde Sivas çok harap edildi, bir kötülüğü ifade etmek için şu sözü deyim olarak Sivaslılar yıllarca söyledi. "Sana öyle bir kötülük edeyim ki Timur Sivas'a etmemiş ola".

Osmanlı Devrinde Sivas

Timur'un tarihçisi Şerafettin Yazdî, Sivas surlarının çok sağlam olduğunu, kuzey, güney, doğu ve batının hendeklerle kuşatılmış olduğunu, 7 kapısının bulunduğunu kaydeder. Evliya Çelebi'nin tasviri de bu hükmü desteklemektedir. A. Gabriel'de Timur'un Sivas surlarını tamamen yıkmadığını, kale bedenleri ile kapıları tahrip ettiğini yazar.

Timur'un Anadolu'yu istilâsından sonra Kadı Burhaneddin'in damadı olması muhtemel Mezit Bey Sivas'ı elinde bulunduruyordu.
 
Tarihte Fetret Devri diye anılan bu devirde Osmanlı birliğini sağlayan Çelebi Mehmet Amasya'da oturmaktaydı. Sivas, Tokat, Samsun, Çorum sancakları da Amasya'ya bağlıdır. (1413)
Mezit Bey topraklarını genişletmek için harekete geçince Amasya'da bulunan Çelebi Mehmet, Beyazıt Paşa'yı onun üzerine göndermiş ve Mezit Bey Sivas'ta yaptığı şiddetli bir savunma savaşından sonra teslim alınarak Amasya'ya getirilmiş ve hayatı bağışlandıktan sonra uzun yıllar devlet hizmetinde bulunmuştur.

Kadı Burhaneddin’in esir edilişi (E. Yavi)
Hüseyin Hüsamettin, Amasya tarihinde, Mezit Bey'in Sivas hakimiyetinin 1408 yılına kadar sürdüğünü kaydetmektedir. Sivas'ın harap olan kalesi Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1418 yılında Ak Bey eli ile tamir ve ihya edilmiştir.
Mezit Bey’in Beyazıt Paşa tarafından kuşatılması (E: Yavi)

Osmanlı-Akkoyunlu karşılaşması sırasında, başında Yusufça Mirza bulunan bir ordu 1472 yılında Sivas ve Tokat'ı yağmalamış ertesi yıl Otlukbeli zaferinden sonra Sivas, doğudan gelecek tehlikelerden kesin olarak kurtulmuştur. Çünkü Fatih 1475 yılında Otlukbeli'nde Uzun Hasan'ı yendikten sonra Akkoyunlar Devletini toplamaya çalışan eşi Begum Sultan'ın çalışmalarını engellemek için Uzun Hasan'ın küçük oğlu Uğurlu Mehmet'e kızı (Gevher Han Sultan'ı vermiş ve onu doğu bölgesindeki tehlikeyi karşılamak üzere Beylerbeyi yapıp Sivas'a göndermiştir. Ancak kısa bir süre sonra Uğurlu Mehmet'in öldürülmesi ile kızı Gevher Han Sultan ve torununu Sivas'tan İstanbul'a aldırmıştır.
Fatih, Uzun Hasan'ın üzerine giderken Sivas'tan geçmiştir.

II. Beyazıt ile Cem Sultan arasındaki anlaşmazlıkta, Cem Sultan taraftarı Trabzonlu Mehmet Bey ile Sivas Beylerbeyi Süleyman Paşa'nın yaptıkları savaşı, Süleyman Paşa kazanmıştır. Cem Sultan bir ara Sivas üzerine yürümek istemişse de Fatih'in Ankara civarında olduğunu öğrenince geri dönmüştür.
 
1509 yılında Sivas, Amasya, Tokat, Çorum yöresi şiddetli bir zelzele geçirmiş, halk 45 gün dışarıda kalmıştır.
Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail üzerine giderken ordunun bir kısmını Sivas ile Kayseri arasında bırakarak Suşehri üzerinden Safevi topraklarına girmiştir.
 
1527 yılında Baba Zülnun ile Sülün oğlu taraftarları ayaklanarak Karaman ve Sivas Beylerbeyliği ordularını bozguna uğratmışlardır. Uzun uğraşmalardan sonra Diyarbakır ve Adana Beylerbeyi taraftarları ile birlikte bu isyan bastırılmıştır.
 
Daha sonra II. Beyazıt devrinin sonunda, şehzadeler isyanı sırasında vaziyetin kararsızlığından istifade ederek Anadolu'da geniş sahalara yayılan Şahkulu hareketini bastırmak üzere memur edilen Vezir-i âzam Hadım Ali Paşa Sivas havalisinde Gökçay mevkiinde çarpışma sırasında ölmüştür. Şakîler de doğu hudutlarına çekilerek Şah İsmail ile birleşmişlerdir.
 
Osmanlı hakimiyeti altında Sivas büyük bir eyalet merkezi olmuştur. XVI. yüzyılda Eyalet-i Rûm (Anadolu Eyaleti) denilen Sivas eyaleti, Paşa Sancağı olan Sivas'tan başka Amasya, Çorum, Yozgat, Divriği, Samsun ve Arapkir Livalarını ihtiva etmek üzere Orta Fırat havalisinden, Orta Karadeniz bölümüne kadar uzanıyordu.
XVII. yüzyılda başa geçen padişahların çoğunun dirayetsiz olması nedeni ile Anadolu'da isyanlar birbirini takip etmiştir. Sivas ve yöresi isyanların merkezi durumuna gelmiştir. Kapıkulu ve Tımarlı askerlerin bozulması, rüşvet, iltimas ve haksızlıklar ile uzun süren harpler sonucu bu isyanlar çıkmıştır. Yukarıdaki sebeplerin yoğunlaştığı bir sırada Yozgatlı Celal adlı bir eşkiya, etrafına topladığı binlerce adamı ile ilk isyanı çıkarmış, bundan sonraki isyanların hepsine Celâli İsyanları denilmiştir. En önemlileri Karayazıcı Delihasan, Canbolatoğlu, Kalenderoğlu, Abaza Mehmet Paşa ve Vardar Ali Paşa isyanlarıdır.
 
İran savaşları sırasında, 1635 yılında, Padişah IV. Murat bir ara Sivas'a gelmiştir.
 
XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Sivas, zaman zaman Çapanoğulları'nın tesiri altında kalmış, Valiler ve Derebeylerinin devlete karşı başkaldırma hareketlerinden çok zarar görmüştür. Bu zamanda Sivas'ın ekonomik önemi ile beraber nüfusu da azalmıştır.
 
XIX. yüzyılda Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerini önceki dönemlere nispetle daha sakin geçirmiş ve oldukça verimli çalışmalar yapılmıştır. Halil Rıfat Paşa'nın yol davasındaki büyük çalışmaları "Gidemediğin Yer Senin Değildir" sözü ile değer bulmuştur.
 
Reşit Akif Paşa devlet idaresine sağladığı hürmet ve güvenle, Muammer Bey'in okul yaptırma açtırma yolundaki çabaları şükranla anılmaktadır
 
500 yıllık bir süreden sonra, Timur'un yıktığı ve harap ettiği Sivas'a belirli bazı eserler yapılmış ve Sivas bu şekilde Cumhuriyet Hükümetine teslim edilmiştir.

Sivas Kongresi

Sivas'ta bir kongre toplanması Amasya Genelgesi ile 21-22 Haziran 1919 gecesi kararlaştırılmıştı. Erzurum Müdafaa-i Hukuku'nun girişimi ve Kazım Karabekir'in desteği ile Erzurum Kongresi toplanmış ve ulusal birliğin ilk aşaması sağlanmıştı. M. Kemal Paşa Erzurum'a giderken 27-28 Haziran'da Sivas'tan geçmişti. Sivas Valisi Reşit Paşa'ya baskı yapan Elazığ Valisi Ali Galip Bey, M. Kemal Paşa'yı tutuklatıp İstanbul'a gönderilmesini sağlamak istemişti. Sivas halkının coşkun sevgisiyle M. Kemal Paşa'yı karşılaması ve alınan önlemlerle bu isteğini yapamamıştı. M. Kemal Paşa Sivas'ta kalmayıp Erzurum'a gitmişti.

 


Erzurum'da çalışmalarını bitiren M. Kemal Paşa 29 Ağustos tarihinde Erzurum'dan Sivas'a hareket etti.Güç ve tehlikeli bir yolculuktan sonra 2 Eylül'de Sivas'a vardı. İstanbul Hükümeti kendisini geri getirebilmek için çalıştığı gibi, toplanacak olan kongreyi de engellemek için çareler arıyordu. M. Kemal Paşa, Damat Ferit Paşa'yı yumuşatmak ve ulusal savaş aleyhinde bulunmaması için 16 Ağustos'ta Erzurum'dan bir telgraf göndermiş, fakat İstanbul Hükümeti'nin tutumu değişmemişti.

Amasya Genelgesi'nden hemen sonra Sivas'ta toplanacak kongre için çalışmalar başlamış, fakat Erzurum Kongresi dolayısıyla bir süre ertelenmişti. Erzurum Kongresi bittiğinden Sivas Kongresi için yoğun bir çaba başladı. Bir yandan İstanbul Hükümeti'nin baskısı, diğer yandan işgal kuvvetlerinin tehditleri nedeniyle bazı kimselerde endişe ve çekingenlik belirmişti. Bu nedenle bir gecikme oluyordu. M. Kemal Paşa daha Erzurum'da iken, Sivas Valisi Reşit Paşa'dan 20 Ağustos 1919 tarihinde gelen bir telgrafta, Sivas'ta bir kongre toplanacağını Fransız subaylardan öğrendiğini, Fransız Binbaşı Bruno'nun eğer M. Kemal Paşa burada bir kongre toplarsa Sivas'ı askeri işgal altına alacaklarını bildirdiğini belirterek, eğer ikinci kongre toplamak çok gerekli değilse vazgeçilmesini istiyordu. M. Kemal Paşa derhal yanıt vererek, endişeye yer olmadığını, kongrenin toplanmasının aylardan beri bilinen konu olduğunu, Fransızların blöf yaptığını belirtti. Ne Fransız'ların ne de başka bir yabancı devletin yardımına ihtiyacı bulunmadığını söyledikten sonra , "benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı ulusumun kucağıdır." yanıtını verdi.

Kongrenin toplanması ulusal bilinçlenme ve örgütlenmenin kaçınılmaz bir aşaması olduğu kadar, Anadolu'da M. Kemal Paşa'nın önderliğinde oluşan ulusal irade ile İstanbul Hükümeti ve onun arkasında İngiliz-Fransızlar'a karşı bir üstünlük ve Anadolu'nun otoritesinin kime ait olduğu mücadelesiydi. Bu bakımdan İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri kongreyi toplatmamak için her çeşit yola başvurmaktan kaçınmıyorlardı.

Temsil Heyeti Erzurum'dan hareket etmeden önce, Siirt Mebusu Sadullah Bey ile Trabzon'a dönmüş bulunan Servet ve İzzet Beyler ortada yoktular. Yalnızca M. Kemal Paşa, Rauf Bey, Raif Efendi, Şeyh Fevzi Efendi, Bekir Sami Bey Temsil Heyeti üyeleri olarak Erzurum Kongresi adına Sivas'a gitmektedirler. İstanbul Hükümeti'nin baskıları sürerken, diğer yandan Temsil Heyeti'nin bazı üyelerinin kendilerine katılmamaları M. Kemal'i güç durumda bırakıyordu. Daha başlangıçtan çözülme olursa düşmanları amaçlarına ulaşmış olurlardı. Sivas'a mutlaka gidilecek ve kongre her ne pahasına olursa olsun toplanacaktır. Sivas Kongresi öncesi yeni bir fikir daha oluşuyordu. "Amerikan Mandası." Ulusal Mücadele'yi kendi içinden yozlaştıracak çok tehlikeli bir gelişmeydi. Ayrıca Sivas-Erzurum yolu çok tehlikelerle doluydu. İşte M. Kemal böylesine baskılar ve tehlikeler altında Erzurum'dan ayrıldı.

Sivas, I. Dünya Savaşı sonunda çoğunlukla bütün Anadolu şehirlerinde olduğu gibi, sefalet, sıkıntı, yokluk içindeydi. Ekmek bulmak güçtü. Doğu Anadolu'dan ve Doğu Karadeniz'den gelen göçler dolayısıyla şehir çok kalabalıklaşmıştı. Sivas çevresinde asayiş bozuktu. Şehrin dışına çıkmak, soygun tehlikesini göze almakla mümkündü. Can ve mal güvenliğini sağlamak için yeterli güvenlik kuvveti yoktu. Sivas aydınları, Türkiye'nin galiplerce paylaşıldığını biliyor ve çare arıyorlardı. Bu sebeple M. Kemal Paşa Erzurum'a giderken 27 Haziran'da Sivas'tan geçtiği gün Sivaslılar'ın sevgi gösterileriyle karşılaşmıştı.

M. Kemal yalnızca İstanbul Hükümeti ve İngilizler'in hazırladıkları tehlikelerle mücadele etmeyecek, Erzurum Kongresi sonrası gittikçe artan "Amerikan Mandası" taraftarlarına karşı koymak zorunda kalacaktır. En yakın arkadaşı ve aydınların büyük bir kısmı bu düşünceye kapılmışlar ve O'na, mandayı kabul edelim diye baskı yapıyorlardı. İstanbul'dan Halide Edip ve Kara Vasıf'dan gelen mektup Ali Fuat Paşa tarafından özetlenerek 28 Ağustos'ta Erzurum'a yollanmıştı. Mektupların asılları telgrafla yollanamadığı için postayla yolda idiler. Üç mektupta da Amerikan Mandası'ndan söz ediliyordu. Telgrafları alan M. Kemal çok sinirlenmişti. Manda isteyenlerin telgrafları okunduktan sonra, yanındakilere şöyle diyordu: "Biz başarılı olacağız. Buna şüphem yok. Acaba zafere kavuştuğumuz ve memleketi kurtardığımız zaman Osmanlı ricalinin ileri gelenleri utanmak hissini duyabilecekler mi?.. Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hakimiyet hakkına, dışarda temsil hakkımıza, kültürel bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeden böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar. Bune hayal ve ne gaflettir? Hayır Paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, Ya istiklal ya ölüm var..." Bu sözleriyle başarı inancını bir kez daha dile getirirken manda konusundaki düşünce ve duygularını da açıklamıştı.

Sivas Kongresi'nin toplanması için lise binası, okul müdüründen adeta zorla alınmıştı ve toplantıya hazırlanabilmişti. Sivas'a gelmeye başlayan üyeler, Şekeroğlu İsmail Bey tarafından misafir ediliyordu.

Kongre 4 Eylül 1919'da toplandı. Kongre'nin açılış saati olan 14:00'e beş kala M. Kemal Paşa geldi. Binaya girerlerken Rauf Bey'in sözlerine M. Kemal Paşa şu kısa ve sert yanıtı veriyordu. "Bekir Sami Bey'in evinde verdiğiniz kararı bana tebliğ ediyorsunuz öyle mi?" Konu daha sonra anlaşıldı. Bekir Sami Bey'in kaldığı evde Rauf, Kara Vasıf, İsmail Hami Beyler ve bazı kimseler toplanarak M. Kemal Paşa'nın kongrede başkan olmaması için karar almışlar ve Rauf Bey bu kararı kendi düşüncesi imiş gibi M. Kemal Paşa'ya açıklamıştı. Fakat bu toplantıdan haberi olan M.Kemal Paşa Rauf Bey'e o sert yanıtı vermişti. İşin ilginç yanı Bekir Sami Bey'in'evinde toplanan bu kimseler manda yanlısı idiler ve M. Kemal Paşa başkan seçilmezse, manda için istedikleri bir kararı kolay ettirebilirlerdi.

Kongre, M. Kemal Paşa'nın açış konuşmasıyla başladı. İsmail Fazıl Paşa, başkanlığın, bir gün veya bir hafta süreyle ve alfabe sırasına göre herkes tarafından sırayla yapılmasını önerdi. Kendisinin adının baş harfleri de alfabenin başında yer alıyordu. Önerisi oylama da red edildi. Kongre başkanlığı basit bir yöneticilik değildi. Bir liderlik makamıydı. M. Kemal Paşa büyük çogunlukla başkanlığa seçildi. Kongrenin ilk üç günü, üyelerin ittihatçı olmadıklarını açıkça belirtmek için ant içmek gerektiğini tartışmak ve İsmail Fazıl Paşa'nın hazırladığı yemin taslağını düzeltmek, Padişah'a yollanacak bağlılık yazısını hazırlamak ve gelen telgraflara yanıt vermekle geçti. Oysa Kongre'nin çözeceği çok önemli memleket sorunları vardı. Bu konuları M. Kemal saptamıştı. Erzurum Kongresi kararları onaylanmalı, dernekler birleştirilmeli, Temsil Heyeti bütün vatanı kapsayacak şekilde şekilde yetkili kılınarak, ulusal merkezi bir güç oluşturulmalıydı. Ancak dördüncü gün gündeme geçilebildi. Erzurum Kongresi kararları aynen kabul edildi ve bu kararlar bütün Anadolu ve Rumeli'yi kapsayacak biçimde genişledi. Bütün dernekler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği" adı altında birleştirildiler. "Heyet-i Temsiliye vatanın bütününü temsil eder." kararıyla Temsil Heyeti'nin yetkileri bütün ülke için geçerli kabul edildi.

8 Eylül günü, İsmail Hami (Danişment) tarafından hazırlanmış ve 25 delegenin imzasını taşıyan "Amerikan Mandası" nı isteyen önerge gündeme alındı.Ulusal Savaşı kendi içinden çökertebilecek, başka bir ülkenin güdümüne girmek gibi aşağılayıcı bir durum olan "Manda" sorununa bakmakta yarar var. Birinci Dünya Savaşı galiplerinden İngiltere ve Fransa, Rusya'nın bulunmamasından yararlanarak Orta Doğu'yu aralarında paylaşıyorlardı. Buna kılıf bulmak üzere Paris Barış Konferansı'nda, Orta Doğu ülkelerinin kendilerini yönetemeyeceğin için İngiltere ve Fransa'nın bu görevi yerine getirmesine karar verildi. 14 maddelik ilkelerini yayınlamış bulunan Amerika Başkanı da Amerika'nın çıkarlarına ters düşmemek koşuluyla bunu kabul ediyordu. Suriye ve Lübnan Fransız, Irak ve Filistin İngiliz Mandasına yani güdümüne bırakıldı. Ermenistan için Amerikan Mandası düşünülüyordu. İşte bu sırada Türkiye'de bazı kimseler Türkiye için de bir Amerikan Mandası sağlanması için çaba harcamaya başladılar. 1919 yılı Temmuz ve Ağustos ayında Kara Vasıf ve daha sonra Halide Edip ve Bekir Sami'nin bu konuda önerilerini bildiren telgrafları M. Kemal tarafından red edilmişti. Bu kişiler, Amerika'nın dünya üzerindeki insani değerleri sürdüren en büyük demokrasi olduğunu, Amerika sayesinde Türkiye'nin de kurtulabileceğini ve uygarlaşacağını ve kendi kendini yönetmeyi öğrenebileceğini ileri sürüyorlardı. Halide Edip (Adıvar) Hanım 10 Ağustos tarihli mektubunda, Sivas Kongresi toplanana kadar Amerika'nın Türkiye'deki komisyonunu alıkoyabileceklerini hatta Sivas'a Amerikalı bir gazeteci gönderebileceklerini yazıyor, savaş ile çözüm bulunamayacağını ileri sürüyordu.

Manda konusu şimdi, hem de büyük bir taraftar bularak, Sivas Kongresi'nin gündemine giriyordu. Bu kadar geniş taraftar bulması M. Kemal Paşa'yı üzdü. Rauf Bey ve Refet Bey gibi, Amasya Genelgesi'ni imzalamış kimseler bile şimdi bu önergeyi destekliyorlardı. İstanbu'dan gelen Kara vasıf Bey bu konuda oldukça etkili idi ve Sivas'a bir Amerikalı gazeteci getirmişlerdi. Brawn adındaki bu gazeteciye Manda yanlıları çok büyük ilgi ve saygı gösteriyorlardı. Mandacılar diye bilinen kişilerin bu görüşlerini mektuplarından ve kongre tutanaklarından yararlanarak şöyle özetleyebiliriz: "Yirminci yüzyılda 50 milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak 10-15 milyon lira geliri olan bir kavim için bir dış koruma olmaksızın yaşamak olanağı olamaz. Bağımsız yaşamaya mali durumumuz elverişli değildir. Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçak ile havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz.... Bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar. Eğer İzmir Yunanistan'da kalsa ve aramızda bir savaş açılsa, düşmanımız Yunanistan'dan gemi ile asker getireceği halde, acaba biz Erzurum'dan hangi trenle taşımacılığımızı yapabiliriz? Bir de diyelim ki, biz dış ve iç tam bir bağımsızlık isteriz. Fakat, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Yapamıyacakmıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklarmı?" Sonunda Amerikan Kongresi'ne bir mektup yazılarak "Manda" istenmesini öneren Rauf Bey'in bulduğu çözüm kabul edildi ve bir mektup yazıldı. Çok ilginçtir ki mandacı grupla M. Kemal Paşa'nın ilişkileri Cumhuriyet'in İlanı, Saltanat ve Hilafet'in Kaldırılması sırasında da aynı biçimde oluştu. Mandacıların bu fikirlerine kaşı M. Kemal tam bağımsızlık için "Ya bağımsızlık ya ölüm" parolasıyla yanıt verdi. Para bulunsun veya bulunmasın ordu mutlaka olacaktır, düşman gemi ile, kamyon ile asker ve cephane taşırken, Türk Ulusu kağnısıyla, sırtında cephane taşıyacak, asker yürüyerek ve çoğu kez yarı çıplak ve yarı aç cepheye gidecektir, yaralılar için, hastalar için ilaç bulunmayacaktır ama Türk Ulusu bütün bu güçlüklere rağmen M. Kemal'in önderliğinde bu savaşı kazanacaktır.

Bu arada Trabzon'dan gelen bir telgrafla, Sivas Kongresi'nin genel kongre olmasına ve bir Temsil Heyeti seçmesine karşı olduklarını bildirdiler. Erzurum'dan da buna benzer haberler geliyordu. Hatta Kazım Karabekir Paşa da Trabzon delegelerinin görüşlerini paylaşmaktadır.Diğer yandan Elazığ Valisi Ali Galip'in İngilizlerin de yardımı sağlayıp Kongreyi basacağı duyuldu. Bütün bunlar hiç kuşkusuz büyük sorunlardı. Bir yanda dış baskı ve tehlike, diğer yanda "Mandacılar"ın yozlaştırıcı çalışmaları ve Trabzon delegelerinin, Kongreyi çok ileri gitmekle suçlayan ithamları vardı. Mandacıların isteği ve ısrarı üzerine A.B.D. Kongresi'ne bir mektup yazıldı. Aynı tarihlerde A.B.D. Monreo Dokrini'ne dönerek Avrupa sorunlarından uzaklaştı. Versay'ı tanımadığı gibi "Manda" konusu ile de ilgilenmedi. Bütün bu engellere rağmen Kongre 11 Eylül'de çalışmalarını başarıyla tamamladı. Bu çalışmaları sonunda bir beyanname yayınladı.Yurt içine ve Yurt dışına gönderilen bu beyanname çok etkili oldu.

Birinci Dünya Savaşı sonuna doğru A.B.D. Orta Dogu'da söz sahibi olmayı düşünüyordu. Amerikalı uzmanlar tarafından hazırlanan rapora göre A.B.D.'nin Türkiye politikası, Türkiye'nin Avrupalı devletler tarafından paylaşılmaması, Ermeniler'e azınlıkta olmalarına rağmen devlet kurma hakkı tanınmasının Amerika'nın demokrasi anlayışına uymayacağı ve Türkiye kendi demokratik yönetimini kuruncaya kadar, bir süre A.B.D vesayetine verilmesi esaslarını kapsıyordu. Fakat Başkan Wïlson Paris Barış Konferansı'nda bunları dikkate almamıştı. İngiltere ve Fransa Orta Doğu'yu yağmalayınca, A.B.D. de Ermeni sorunu ve Türkiye Mandası ile ìlgilendi. Bu sebeple Wilson, General James G. Harbord'u bu konuları incelemekle görevlendirdi. Geniş bir kadro ile Türkiye'ye gelen Harbrod uzun çalışmalardan sonra bir rapor hazırladı. Ermeni konusunda ileri sürülenlerin asılsız olduğunu belirtti, Türkiye Mandası konusunda da, milliyetçilerin kanının son damlasına kadar bağımsızlık için savaşmaya kararlı olduklarını bu nedenle bu ülkeye egemen olmak için mutlaka milliyetçilerle savaşmak gerektiğini, bunun için de 400-450 bin kişilik bir orduya gereksinme bulunduğunu, bu ordunun masraflarının A.B.D. için ağır olacağını, yerli kaynakların ise buna yetmeyeceğini, Türkiye'nin çok fakir olduğunu, mandanın kabulü halinde bunun A.B,D. için ekonomik bir yük olacağını belirtiyordu. Bu gerçekler karşısında A.B.D. Kongresi manda konusunu red etti.

Dıştan ve içten gelen bütün zorluklara karşın Sivas Kongresi Türk tarihinde başlı başına bir dönüm noktası oldu. Ulusal ihtilal, savaş, kurtuluş, devrim, cumhuriyet devrini getiren hamlenin vatan bütünlüğü adına temelini Sivas Kongresi attı. İhtilalin ilk gazetesi "İrade-i Milliye" Sivas'ta çıktı. Yabancı bir devletin güdümünde yaşama önerisi olan Manda konusu bir daha gündeme gelmedi. Atatürk'ün "Ya bağımsızlık ya ölüm" parolası bundan sonra temel ilke olarak yaygınlaştı ve benimsendi. "Türk Ulusu'nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşaması ve bunun ancak tam bağımsızlıkla sağlanabileceği burada kesinleşti. Ulusal sınırlarımızın esasları burada saptandı. Ya başaramassanız?" diye soran Amerikalı gazeteciye M. Kemal şu yanıtı verdi. "Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını sağlamak için, düşünce sınırlarını aşan girişimler ve fedakarlıklarda bulunduktan sonra başarılı olur. Ya başarılı olmazsa demek, o ulusun ölmüş olacağına karar vermek demektir."

Sivas Kongresi kararlarıyla, Erzurum'da alınan kararlar onaylandı. Bütün Müdafaa-i Hukuk dernekleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk adı altında birleştirildi ve Temsil Heyeti bütün ülke için geçerli oldu. Bütün sivil ve askeri güçler bir otorite altına alınmaya başlandı ve İstanbul Hükümeti'nin otoritesine üstünlük sağlandı. Batı Anadolu da bu otoriteye bağlandı. Ali Fuat Paşa bütün Kuva-yı Milliye'yi kapsamak üzere "Umum Kuva-yı Milliye Komutanlığı"na atandı. Sivas Kongresiyle M. Kemal'in, bütün ulus bireylerini ve düşüncesini ulusal idareye ortak etmek ve bağlamak konusunda gösterdiği başarı sayesinde Padişah iradesi yıkılıyor ve ulusal egemenlik ilkesi geliyordu. Böylece ulusal bağımsızlık yanında ulusal egemenlik de aşama aşama kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşiyordu. Bu tarihten itibaren M. Kemal Paşa'yı kurulmakta olan yeni Türk Devleti'nin hukuki ve fiili iktidarını temsil ettiği için de, ulusal hükümetin başkanı olarak kabul etmek gerekir.

Sivas Kongresi'nin toplanması ve tüm ülkeyi ilgilendiren kararlar alması içte ve dışta büyük yankılar yapmakta gacikmedi. Kuva-yı Milliye ruhu tüm ülkede hızla yayılmaya başladı. Batılı devletler bu olayı, devlete başkaldırma olarak nitelendirmelerine rağmen, kendi kamuoylarında, bu hareketin ulusal bir dava olduğu anlaşılmaya başlandı. Fakat İstanbul Hükümeti, bu kongreyi meşru olmayan bir isyan olarak değerlendirdi. Damat Ferit "Anadolu hareketleri, Birinci Dünya Savaşı'nda terfi etmiş bir kaç subayın işidir. Bu hareketler, alevi sönmüş bir saman ateşinden başka bir şey değildir." diyordu. Anadolu'da İttihatçılık ve Bolşeviklik yapıldığı ileri sürülüyordu. İstanbul basınında çıkan aleyhtar yazılar, Ulusal Mücadeleyi yapanları, hayalci olarak nitelerken, ülkenin başına gelen bütün felaketlerin de sorumlusu gösteriyordu. Ülkenin gerçek kurtuluşunun ancak siyaset ile başarılabileceğini ileri sürüyordu.

DAMAT FERİT PAŞA HÜKÜMETİ'NİN DÜŞÜRÜLMESİ
Paris Barış Konferansı'na davet edilmiş ve orada hezimete uğrayarak, İtilaf Devletleri'nin Türkiye'yi paylaşmak ve Türk Ulusu'nun bağımsızlığını yok etmek konusundaki tutumlarını görmüş bulunan Damat Ferit Paşa, hala Ulusal Mücadele düşmanlığını sürdürüyordu. Ali Galip aracılığı ile Sivas Kongresi'ni dağıtmayı bile denemişti. Elazığ Valisi Ali Galip, Padişah, Damat Ferit ve İngilizler'in hazırladıkları bir plana uygun olarak, etrafına topladığı silahlı adamlarla kongreyi basacak, hatta M. Kemal Paşa'yı tutuklayacaktı. Bu girişim için Malatya'ya gelmiş bulunan Ali Galip, M. Kemal Paşa'nın yolladığı kuvvetlerden korkarak kaçmış ve girişim etkisiz bırakılmıştı. Bu olaydan sonra Damat Ferit Paşa yayınladığı bildiri ile halkı M. Kemal ve arkadaşlarını İttihatçı ve Bolşevik olmakla suçlamıştı. Bütün bu hareketlerin arkasında Padişah'ın olduğu bilinmekle beraber Kuva-yı Milliyeciler, sanki olaylardan Padişah'ın haberi yokmuş gibi bir tutumla, hücumlarını Damat Ferit Paşa'ya yöneltip, Padişah gerçeği öğrenirse kendisini aldatanları cezalandıracağını bekledikleri izlenimini yarattılar. Bu düşünce ile Padişah'a doğrudan bir yazı hazırlandı. Bu mektupta, Hükümetin Kongre'yi basmak yoluna gittiği, Müslümanlar arasında kan dökmek istediği, Kürtleri ayaklandırarak yurdu parçalamaya çalıştığı, bu sebeple suçlular yakalanırsa cezalandırılacakları belirtiliyor, "Bu cinayetleri düzenleyerek Dahiliye ve Harciye Nazırları'na emir verdirip uygulattıran İstanbul Hükütmeti'ne ulusun inanç ve güveni kalmadığı" bildirildikten sonra, namuslu kişilerden yeni bir hükümet kurulması isteniyor, adaletli bir hükümet kurulmadıkça İstanbul Hükümeti ile ilişki kurulmayacağı açıklanıyordu. Padişah ile doğrudan görüşmek isteyen Kongre Heyeti İstanbul ile uzun bir mücadeleden sonra 12 Eylül günü, Padişah ile görüşmesini engelleyen ve ulusun güvenini yitirmiş bulunan Damat Ferit Paşa Hükümeti görevden çekilene kadar İstanbul Hükümeti ile yönetim yönünden ilişkinin ve İstanbul ile her türlü telgraf ve posta haberleşme ve ulaştırmasını kesmeye karar verdi. Bu durum bütün vilayetlere ve yabancı devlet temsilcilerine de bildirildi. Bu karar bazı istisnalar dışında genel olarak uygulandı. Bu durum karşısında bile Ferit Paşa davranışından vazgeçmedi. 13 Eylül'de İngiliz yüksek komiseri Amiral de Robeck'i ziyaret ederek, milliyetçilere karşı, "Onları ezecek bir Osmanlı kuvvetinin gönderilmesini veya önemli bazı noktaları işgal için küçük bir müttefik kuvvetinin" gönderilmesini istedi. De Robeck, Müttefiklerin savaş yorgunu olduğu için böyle bir çarpışmayı göze alamayacaklarını belirterek bu istekleri red etti. Mustafa Kemal Paşa bir yandan İstanbul Hükümeti üzerindeki baskısını arttırırken, diğer yandan, 13 Eylül tarihinde milletvekili seçimlerinin çabuklaştırılması için Kolordulara ve illere bir yönerge gönderdi. İstanbul Hükümeti ile ilişti kesilmesinden doğacak otorite boşluğunu doldurmak amacıyla 14 Eylül'de bir genelge yayınladı. Birinci maddesinde:

"1- Devlet işleri, Padişah Hazretleri adına ve yürürlükteki yasalara göre eskisi gibi yürütülecektir. Soy ve din ayrılığı gözetmeksizin halkın canı, malı, ırzı ve her türlü hakları güven altında bulundurulacaktır" der. Bu bildiride, görevlerini yapmayan devlet memurlarının ve ulusal kararlara aykırı davrananların cezalandırılacağı bildiriliyor, güvenlik ve asayiş için kolordu komutanları, valiler ve mutasarrıflar görevlendiriliyorlardı.
İstanbul Hükümeti ile her türlü ilişkinin kesilmesi ile ortaya çıkan otorite boşluğunu, M. Kemal Paşa çok akıllı bir yöntemle doldurmaya, Anmadolu'da sivil ve askeri yönetimi ele geçirmek için bütün bu makamları Heyet-i Temsiliye'ye bağlamaya başladı. Heyet-i Temsiliye'yi Anadolu'daki tek merci kabul eden M. Kemal Paşa, Anadolu'da fiilen yönetimi ele geçirmek için Eylül ayı içinde yoğun bir mücadeleye girişti. Elaziz Valisi Ali Galip, Dersim ve Malatya mutasarrıfları zaten kaçmışlardı. Ankara Valisi Muhittin Paşa, Çorum Ankara yolunda tutuklanarak Sivas'a getirildi. Koyu İstanbul taraftarı olan Muhittin Paşa ulusal hareketi sürekli olarak baltalamış olduğu için İstanbul'a gönderildi.Ankara halkı Defterdar Yahya Galip Bey'i Vali seçti. İstanbul yanlısı memurlar ayıklandı. Çorum Mutasarrıfı, Ankara Valisi Munittin Paşa ile işbirliği içindeydi. Sivas'ı ziyaret eden Mutasarrıf Semih Fethi Bey, İstanbul ile ilgisini kesti ve Çorum da kazanıldı. Kastamonu'da yönetim İstanbul yanlısı memurların elinde idi. Ali Fuat Paşa Albay Osman Bey'i Kastamonu ya gönderdi. İstanbul yanlısı memurlar Albay Osman Bey'i hapsettilerse de, milliyetçi genç subaylar bir baskınla Osman Bey'i kurtardı, diğerleri tutuklandılar. Defterdar Ferit Bey Vali Vekili oldu ve Kastamonu ulusal otoriteye katıldı. Niğde'deki İstanbul yanlıları da M. Kemal'in emriyle buradaki Tümen Komutanı tarafından tutuklandılar. Trabzon Valisi Galip Bey İstanbul yanlısı olduğu için M. Kemal Paşa'nın emriyle Albay Halit Bey tarafından tutuklanarak Erzurum'a gönderildi. Konya Valisi Cemal Bey, İstanbul yanlısı olan en tehlikeli Vali idi. Konya'da milliyetçilere karşı amansız bir baskı yapıyordu. Konyalı milliyetçiler örgütlendiler. Refet Bey Sivas'tan Heyet-i Temsiliye adına Konya'ya gönderildi. Onun geldiği duyulunca Konyalı milliyetçiler harekete geçtiler ve Vali İstanbul'a kaçtı. Böylece M. Kemal Paşa Anadolu'da ulusal iradeyi fiilen egemen kılacak büyük bir başarı elde etti.

İstanbul ile ilişkinin kesilmesinden sonra Padişah'ın da milliyetçilere karşı çıkacağını düşünen M. Kemal Paşa l4 Eylül'de Padişah'a bir mektup göndererek, Ferit Paşa Hükümeti'nin izlediği yanlış politikayı anlattı. Ferit Paşa Paris Barış Konferansı'nda ulusal duyguları incitecek bir duruma düşmek, Aydın'ın işgalini önleyememek, milliyetçileri İttihatçı gibi gösterip, Anadolu'ya yabancı işgalini davet etmek, Ulusal Meclis için seçim yaptırmamak, ülkeyi yabancılara teslim etmek gibi çeşitli yönlerden suçlanıyordu. Yine aynı tarihlerde "Genel Kongre Heyeti" adına, yabancı devletlere bir yazı yazılarak, yapılan mücadelenin gerekçesi ve önemi anlatıldı.

Padişah ise ulusa bir bildiri yayınlayarak Anadolu'da başlayan ulusal hareketin Batı Anadolu'daki işgalleri genişlettiğini, ulusal hareket yüzünden ulusun harcanmakta olduğunu, bu sebeple Barış Konferansı'nda zayıf kalınacağınıı ileri sürüyor ve yakında onurlu bir barış yapılacağına inandığını belirtiyordu. Padişah'ın bu bildirisi Anadolu'da yayılamadığı için etkisi de olmadı.

Osmanlı maliyesi aynı sırada büyük bir sıkıntı içinde idi. Devlet gelirleri giderlerden çok düşüktü. Kabine içinde Ferit Paşa'ya karşı baskı oluşuyordu. Ali Rıza Paşa ve arkadaşları Ferit Paşa'nın istifasını istiyorlardı. Padişah da Ferit Paşa ile çalışamayacağını anladı ve milliyetçilerle uzlaşma yollarını aramaya başladı. M. Kemal'in eski bir arkadaşı olan Abdülkerim Paşa aracılığı ile bu ilişki kuruldu. Teklif İstanbul'dan gelmek şartıyla İstanbul Hükümeti ile görüşme önerisi M. Kemal tarafından kabul edildi. Baskıların karşısında dayanamayan Ferit Paşa 30 Eylül'de istifa etti. Bu, millivetcilerin İstanbul karşısında kazandıkları ilk büyük başarı idi. Kendisini tutuklatmak, kongreleri dağıtmak ve ulusal iradeyi boğmak isteyen İstanbul Hükümeti, M. Kemal Paşa'nın karşısında üç ay içinde yenilmişti.